Bilindiği üzere Medeni Kanunumuz da, 1 Ocak 2002 tarihi büyük önem arz etmektedir. Zira, yürürlüğe
giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile özellikle aile hukuku alanında çok
önemli değişiklikler yapılmıştır. Eşlerin maddi ve manevi açıdan kader birliği
yaptıkları, yaşam boyu iyi ve kötüye birlikte katlandıkları ve hayatı birlikte
paylaştıkları, bu nedenle de evlilik süresince elde edilen kazançların ortak
bir emeğin ürünü olduğu düşüncesinden hareketle yasal mal rejimi olarak
edinilmiş mallara katılma rejimi kabul edilmiş evlilik süresince önemli
hukuksal işlemlerde birlikte karar vermeleri gerektiği öngörülmüştür.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu mal rejimi
kuralları, kanunun yürürlüğe girdiği tarih olan 1.1.2002 tarihinden itibaren
geçmişe etkili olmaksızın hem mevcut evliliklere hem de yeni evlenecek olanlara
uygulanacaktır. Evlilik ister boşanmayla ister ölümle sona ermiş olsun evlilik
süresince edinilen mal varlığı tasfiye edilecektir. Özellikle uygulanacak mal
rejimi türü miras paylaşımını önemli ölçüde etkileyecektir.

Uygulamada edinilmiş mallara katılma rejiminin başlaması kadar sona ermesi de önem arz etmektedir. Eşlerden
birisinin ölümü ile sonuçlanan evliliklerde sağ kalan eşin miras hukuku ve
yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimi açısından hangi haklara
sahip olacağı, diğer yasal mirasçıların hakları noktasında paylaşımın ne
şekilde yapılacağı, paylaşımda mal rejimi mi? yoksa miras hukuku kuralları mı?
öncelikli olacak..vs sorular akla gelmektedir.

Türk Medeni Kanunu 240. Madde ile 652. Madde ortak bir konuyu düzenlemiştir. Her iki
maddede de, ölüm halinde sağ kalan eşin, konut ve konut eşyası üzerinde ayni
hakları düzenlenmiştir. Buna göre, sağ kalan eş, konut ve konut eşyası üzerinde
kendisine mülkiyet, intifa veya oturma (sükna) hakkı tanınmasını talep
edebilmektedir. Ancak, her iki maddede, bu hakların kullanılması açısından bazı
farklar vardır [1].

TMK.m. 240 katılma rejiminin ölüm nedeniyle sona ermesi halinde, sağ kalan eşin bu
rejimden kaynaklanan ayni hakkını düzenle­mektedir.

TMK. m. 652 ise, eşler arasındaki mal rejimi ne olursa olsun, sağ kalan eşin, tereke mallan
arasında yer alan konut ve konut eşyası üzerin­de mirastan kaynaklanan ayni
hakkını düzenlemektedir.

TMK. m. 240 gereğince, sağ kalan eşin, konut ve konut eşyası üzerinde ayni hak talebinde
bulunabilmesi için, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin
bulunması, edinilmiş mallara katılma rejiminin ölüm nedeniyle son bulması, sağ
kalan eşin bulunması, sağ kalan eşin katılma alacağının doğması, sağ kalan eşin
ayni hak talep etmesi koşullarının varlığı aranmaktadır.

Bilindiği üzere Medeni Kanunumuzda İsviçre Medeni Kanunu ve uygulamaları örnek alınarak mal
rejimi düzenlenmiştir. Bu nedenle kısaca İsviçre Medeni Kanunun’da sağ kalan
eşin hakları açısından uygulamaya da kısaca değinmekte fayda vardır. İsviçre
Medeni Kanunun da; sağ kalan eşin, o zamana kadarki yaşantısını değiştirmeden
sürdürebil­mesine olanak tanımak için, sağ kalan eşe mal rejimine ilişkin
hükümler (ZGB 219) ve miras hukuku hükümleri arasında (ZGB 612a) bazı haklar
tanınmıştır. Buna göre, sağ kalan eş, diğer eşin edinilmiş malları arasında yer
alan ve eşlerin birlikte aile konutu olarak kullanmış oldukları ev veya daire
üzerinde, alacağına mahsup edilmek üzere, kendi lehine bir intifa veya süknâ
hakkı tesis edilmesini talep edebilir (ZGB Art.219, Abs.l). Aynı şarlarla sağ
kalan eş, ev eşyasının mülkiyetinin kendisine verilmesini talep edebilir (ZGB
Art.219, Abs.2). Haklı bir nedenin olması durumunda, sağ kalan eş veya ölen
eşin diğer mirasçıları, aile konutu üzerinde, intifa veya süknâ hakkı tesisi
yerine, bu taşınmazın mülkiyetinin sağ kalan eşe (alacak hakkına mahsuben)
verilmesini talep edebilir (ZGB Art.219 f, 3). Miras bırakanın içinde bir
meslek icra ettiği veya bir işletme faaliyetini sürdürdüğü ve miras bırakanın
füruu’nun da aynı mesleği veya faaliyetleri aynı şekilde sürdürmek istediği
kısımlarda, sağ kalan eş, bu hakları kulla­namaz (ZGB Art.219, Abs.4). Burada,
zirai işletmelere ilişkin Miras Hukuku hükümleri saklı tutulmuştur [2].

Bununla birlikte, İsviçre Medeni Kanunun’da aile konutu kavramı tarif
edilmemiştir. Eşlerin iradesi ile ailenin barınmasına sürekli olarak tahsis
edilen yerleri hedef alan esnek bir kavram bahse konudur [3].

TMK. m. 652 gereğince, sağ kalan eşin konut ve konut eşyası üzerinde ayni hak talep
etmesinin koşullan ise, ölüm, sağ kalan eşin varlığı, tereke malları arasında
eşlerin birlikte yaşadıkları konut ve ko­nut eşyasının bulunması, sağ kalan eşin
konut ve konut eşyasında ayni hak talep etmesi dir.

652. Maddeye göre 240.maddeden farklı olarak sağ kalan eşin, ön­celikle bunlar üzerinde
mülkiyet hakkı talep etme yetkisine sahip kılın­mıştır. Ancak, sağ kalan eşin
bu talebine mirasçılar haklı sebeplerle karşı çıkarak, mülkiyet yerine intifa
veya oturma hakkı verilmesini mahkeme­den talep edebilirler.

Sağ kalan eşin, alacak hakkına mahsuben konut ve konut eşyası üzerinde ayni hak talep etmesi,
katılma rejiminde TMK. m. 240’da; paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde TMK. m.
255’te; mal ortaklığı reji­minde TMK. m. 279’da kabul edilmiştir. Her üç
rejimde de sağ kalan eşin bu hakkı talep edebilmesi, bu rejimin tasfiyesi
sonunda ölen eşten alacaklı olması koşuluna bağlanmıştır. TMK. m. 652’ye
dayanan ölüm halinde ise, mal rejimi türü ne olursa olsun (mal ayrılığı
rejiminde bile), konut ve konut eşyası üzerinde sağ kalan eşin ayni hakkı
tanınmıştır. Burada, sağ kalan eşin, ölen eşten alacaklı olması gibi bir koşula
yer verilmemiştir. Tek koşul, sağ kalan eşin mirasçı olması ve tereke mallan
arasında konut veya konut eşyasının bulunmasıdır [4].

Mukayesemizde bir diğer uygulamada akla gelen soru ise edinilmiş mallara katılma rejiminden
kaynaklanan katılma alacağı ile miras hakkı alacağının nasıl olacağıdır?
Katılma alacağı ile miras hakkı birbirinden oldukça farklıdır.

Katılma alacağı,sadece evlilik süresince edinilen mallardan do­ğan bir alacaktır. Miras hakkı
ise, ölenin tüm malvarlığı üzerinde doğan bir haktır. Miras hakkı terekedeki
tüm mal ve hakları kapsar. Terekeye ise, ölenin ister kişisel isterse edinilmiş
olsun tüm malları girer [5].

Şahsi bir hak olan katılma alacağı ile ayni bir hak olan miras hakkı açısından sonuçları da
elbette farklı olacaktır. Buna göre, edinilmiş mallara katılma rejiminde
tasfiye sonunda katılma alacağına sahip olan eş, borçludan tamamen şahsi
nitelikte bir hak elde eder. Bu hususun istisnasını, TMK. m. 240’daki
koşulların bulunması halinde, sağ kalan eşin konut ve konut eşyasında katılma
alacağına mahsuben ayni hak talep edebilmesi oluşturur.

Aynı zamanda eşin miras hakkında ise, ayni bir hak sahibi olarak, miras hakkı oranında terekede
mülkiyet hakkının kendisine devrini talep ede­bilmesi söz konusu olacaktır.
Burada, şahsi haklarla ayni haklar arasın­daki farklar aynen geçerli olup;
katılma alacağı, sadece bundan sorumlu tutulabilen eşe, eşin ölümü halinde
mirası red etmemiş mirasçılarına karşı ileri sürülebilir. Bu kuralın tek
istisnasını, yukarıda açıklamış olduğumuz gibi, TMK. m. 241’de öngörülen
koşulların varlığı halinde, eşten karşı­lıksız kazandırma elde eden üçüncü
kişilerin sorumluluğu oluşturmakta­dır. Halbuki, miras hakkı mutlak ve ayni bir
hak olup, bu hak herkese karşı ileri sürülebilir [6].

Yargıtay 8.HD 31.05.2016 T, 2016/8527E, 2016/9582K
“…Mahkemece yapılacak iş, katkı payı talep edilen taşınmazların dava tarihi
itibariyle sürüm (rayiç) değerleri bilirkişi raporuyla belirlenmiş olduğundan
bu değerlerin esas alınması, bu değerlere katkı payı oranı olarak %50 oranın
uygulanıp çarpılması suretiyle toplam katkı payı alacağının hesaplanması,
hesaplanan bu miktardan davacının yasal miras payı oranında düşüm yapılması,
davalı mirasçıların her birinin yasal miras payları oranında sorumlu olacağının
gözetilmesi, hüküm sadece davalılardan H. ve S. tarafından temyiz edildiğinden,
davacı tarafından temyiz edilmediğinden temyize konu kararda hükmedilenden daha
fazla miktara hükmedilemeyeceğinin de dikkate alınması ve gerçekleşecek sonucu
uyarınca bir karar vermek olmalıdır…”

Yargıtay
8.HD 27.10.2015,
2015/2321E, 2015/19308K “…Mal
rejiminin ölüm sebebiyle sona ermesinden kaynaklanan katkı payı alacağına
ilişkin eldeki davada, davacı kadın da muris N.’nin eşi olarak mirasçıları
arasında yer almakta olduğuna göre mirasçıları arasında görülen davada
davacının da belirlenecek ve davalının değil terekenin borcu olması sebebiyle terekeden
ödenmesine karar verilecek miktarın ödenmesinde davacının da miras payı
oranında sorumlu olduğunun gözetilmemesi, davacı kadın lehine hükmedilen katkı
payı alacağının tamamının davalıdan tahsiline karar verilmesi de doğru
değildir…”

Ölüm halinde, sağ kalan eş, edinilmiş mallara katılma rejiminde sadece edinilmiş mallardan
artık değer (net değer) varsa, bunda yarı oranında nakdi alacak hakkına sahip
olacak; ölenin tüm malvarlığı (kişisel ve edinilmiş malları toplamı) terekeyi
oluşturacak, eş de dahil olmak üzere mirasçılar tereke­de normal miras
haklarını alabileceklerdir. Buna göre, ölüm halinde, sağ kalan eşin ölen eşten
katılma alacağına sahip olduğu anlaşılırsa, alacaklı eş, bunu ölenin
mirasçılarından talep edebilecektir. Burada, mirasçılar, terekeden önce sağ
kalan eşin katılma alacağını ödeyeceklerdir. Bir başka ifadeyle, katılma
alacağı borçlusu eş öldüğünde, ölenin katılma rejimin­den doğan borcu bir
tereke borcudur. Mirası red etmemiş mirasçılar bu borçtan müteselsilen
sorumludurlar. Terekeden bu borç ödendikten sonra, mirasçılar net terekeyi
aralarında miras payları oranında paylaşabilecek­lerdir. Sağ kalan eş,
terekeden katılma alacağı dışında, mirasçı sıfatıyla normal miras hakkı ne ise,
onu da alacaktır. Sağ kalan eşe ödenen katıl­ma alacağı, ölenin evlilik
süresince edindiği mallara katkısının bir karşı­lığı olduğu halde; miras hakkı,
ölene mirasçı olmasının karşılığıdır [7].

Edinilmiş mallara katılma rejimi kanunda sayılan haller ve eşlerden birinin ölümü ile son
bulmaktadır. Dolayısıyla sağ kalan eşin vefat eden eş ile evlilik birlikteliği
içinde edindiği mal varlığı üzerinde hak sahibi olması kaçınılmazdır. Böylesi
bir hakkın ise miras hakkı ile karıştırılmadan ayrı ayrı değerlendirilerek
sahip olunması kanun gereğidir. Sonuç olarak sağ kalan eşin zamanaşımı, görev,
yetki..vs gibi usuli hakları da mal rejiminin diğer sona erme şekillerinde
olduğu gibidir. Ölüm ile son bulan mal rejiminde, usul hukuku olarak ayrı bir
değerlendirmeye tabi tutulmamıştır.

Avukat Süheyla ŞAHİN

Categories:

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir